Yaşam

Bir Porselen Endişesi: Kendisi Dışında Herkes

Hatice Nisan

Hans Blumenberg ‘Endişe Nehri Geçiyor’ adlı kitabında Hyginus’un ünlü masallarından birinden bahseder. Masalda Cura (Endişe) alegorik bir figürdür; bir nehri geçerken çamurlu toprak görür, ondan bir parça alır ve ona şekil verir. Oluşturduğu formu düşünürken yanına Jüpiter gelir. Kaygı, Jüpiter’den bu forma bir ruh vermesini ister. Jüpiter isteği yerine getirdiğinde bu kez ona bir isim vermek ister ve isminin verilmesi konusunda ısrar eder. O sırada Tellus (Yer) ayağa kalkar ve adının verilmesini ister. Bu tartışmanın dışına çıkıp Satürn’ün hakemliğine başvuramazlar. Satürn Jüpiter’e ruhu verenin kendisi olduğu için ölümde ruhunu alacağını, Tellus’a kendisinden bir beden verdiği için bedenini geri alacağını ve yaşadığı sürece ona sahip olacağını söyler. çünkü ona bu formu veren odur.

Hans Blumenberg, insanın yaratılışı ve kökeni hakkında yorumlanan bu masalın özünde eksik bir parça olduğunun altını çiziyor. Ona göre Rush, kıyı boyunca çamurla karşılaşabilirdi, ancak kendi görüntüsünün çamura yansıdığını görmek için özellikle nehri geçmesi gerekiyordu. Telaş, çamura şekil vererek sanatsal iradenin kullanımına dair simgesel bir hareket göstermiş ve bu eylemiyle insanın kökenine dair mitin kalbindeki boşluğu şu yorumla kapatmıştır:

“Endişe, insanı icat ettiği için değil, insan kendi suretinde ve suretinde yaratıldığı için ömür boyu insanın sahibi olur.”(1)

Endişenin doğurduğu sanat arzusunun edebi muhataplarından olan şairler, şiir aracılığıyla “ben” deme cüretini gösterir, en içteki kanaatlerini yüzeye çıkarır ve onlara bir ruh, biçim ve isim verir. Kaygı büyür; şüphe, yas, çekişme, öfke, isyan gibi tonlar kazanarak gündelik hayatın içinde sıkışıp kalmış insana kendini ifade etme biçimleri sunar. O sıkışmışlığın fanileri arasında bir fani olma duygusu karşısında insan kalıcı bir mesken sahibi olmak istediği için bunu şiire aktarır. Kimi şairler bunu gündelik hayatın rutin döngülerini, gezilerini, zikzaklı tekrarlarını atlayarak yaparken, kimileri de kayıt adına günlük hayatın güçlük maskesinin ardındaki gücünü göz ardı etmeden şiire dahil eder.

Gündelik hayat ilk bakışta sonsuzluğu uyandıran derin ve soyut fikirden uzak dursa da bu niyetin yıpratılması karşısında bağları yeniden örme ve yaşamı o niyetin özünde besleme gücüne sahiptir. İnsanoğlunun varlığını dokumasına yardımcı olur. Ancak gündelik hayat, ikna olmuş duygu ve niyetlerin arka planının sağladığı güvenlik duygusuyla kolaylaştırılabilecek bir sistemdir. Hem toplumda hem de insanın iç dünyasında çeşitli muhalifler yaşar. İnsan, toplumdaki rakiplerinin tacizi nedeniyle dış dünyayı yönetemediğinde, kendine ayak uydurmak için içe döner, bunu yapamadığı zaman ise bitkin düşer; varoluşun dokusu çözülmeye ve yaşam kalıbı kaybolmaya başlar. Günlük hayatın nabzı olan yerlerden biri olan kalabalık bir sokaktan geçerken gözlenenler, bize ulaşan, bizi ikna eden ve cesaretimizi kıran tüm öğretilerin taze kanını taşır. Bu anlamda şairin kalabalık bir bulvarda akıp giderken söylediği şiir, bir şairin nehir kenarında huzur içinde söylediği şiirden emek ve niyet açısından farklı değildir. Her ikisinin de bir hafıza edinme çabası var. Doğadan ve şiirsel açıdan bakıldığında kaba görünen lirizmden uzak koşullarda doğan şiir ihtiyacı, bu kabalığın yakaladığı görüntüyü şiire indirgemek ister. Bu anlamda şair ağaçları, gökyüzünü, mevsimleri ve şiire hizmet eden detayları kaydederken, arka planda motor seslerini ve uğultuları kaydeder. Kayıt koşulları her dönemde farklılık gösterse de bu kayıt formu, “şimdi”yi hatasız genişletmeyi seçen her şair için bir gelenektir.

Şair, geçmiş zamanlardan kendisine ulaşan bütün elleri kendi avucundaki miktar ve yaşam belirtisiyle ısıtmaktadır. Lacan’ın tanımını ödünç alırsak, ‘şairin kaderi ötekinin borçlarını silmektir’, çünkü şiir, insanın tükenmez eksikliğine karşı bir iç çekiştir. (2)

Bu borcu bir hafızlık borcu olarak kabul eden şairlerden biri olan Cihan Ülsen, şiir kitabında şairin hiçbir zaman tam olarak ödenemeyecek bir borç altına giren, bu borcu aktaran ve kaydeden tarafını ön plana çıkarır. Adı ‘Kendinden Başka Herkes’. Hyginus’un Kaygı karakterinin nehre dalmasıyla insan ve şaire bölünmesi gereken miras için kendi adına şu çabayı sarf eder:

“Her türlü çaba, akan suya bir hatıra getirme çabasıdır.”(3)

Bu cümleyi düşünürken Rudolf Borchardt’ın şairin hatıra temasını benzer bir düşünceyle açıklayan bir cümlesine rastladım. Kendisinden Başka Herkes’e giden merdivenler görünür hale geldi: “Modern bilim adamlarının insanları küçük parçalara ayırması gibi, binlerce, milyonlarca minik canlı da mercan resifi dediğimiz şeyi her şeyi kapsayan bir birlik olarak oluşturduğu gibi, her şair için de öyle. yaşadığında, içinde bulunduğu toplum, hatırlama ile bütünün isimsiz sezgisi arasında bir adım atar ve yalnızca şair, diğer tüm adımlara eşit olarak katılır.(4)

Kendisinden Başka Herkes adlı kitapta zihin içsel, çevresinde olup bitenler ise dışsal bir mekan olarak şiirde yerini alır. Şiirin gözü iç ve dış zeminin ortasında bir mercek gibi hareket halindedir. Şairin zihninde ve çevresinde biriken izlenimler, harflere doğru hareket eder ve belleğin sınırlarını harekete geçiren bir dünya kurulmaya başlar.

Birinci Denklem adlı ilk bölümde iç mekan ve dış mekan, şairin “ben”i ve “öteki”si üzerinden kurulan ve çarpıtılan bir denklemde kendilerine yer arayarak ilerlerler. Çelişkiler, çelişkiler, bağlam dışı telaffuzların kibri – günlük alışkanlıkların renkli ambalajı ve amaç karmaşası – tüm bunların farkında olan kişinin yalnızlığı ve olumsuz anlamda “herkes” “ötekiler” şaşkınlık, sitem, öfke ve akıl yürütmeden geçer. İnsanın düşündüklerinin ve tanık olduklarının ortasındaki boşluk, toplumsal bir boğulma tarafından ayaklar altına alınmadan tüketilmiş gibidir. Kitabın ilk şiirindeki “İtiraf ediyorum hep boşluğa ses veririm” mısrası, ikinci bölümün başındaki “Sessizliğin boşluğuna dünyayı tamamladım” mısrasından geçer; “Cîwayaz” şiirinde duyulmaz bir haykırışa dönüşür, “Sandık Boşluğu” şiirindeki üç boşluğu dalgalandırır ve son olarak boşlukta çınlayan boşluğun hüznüyle Aldous Huxley’in sözlerine nüfuz eder. kitap:

“Ya da mutlulukta şüpheyle ölüme yuvarlanmanın ihtişamını bulamazsın.”

Bu mısranın geçtiği ve kitabın çehresini zaman nehrine çeviren ilk şiir, adını Andrey Zvagintsev’in “Dönüş” filminden alıyor. Filmde, yıllar sonra bir anda geri dönen bir baba ve iki erkek kardeş, babalarından kopuşlarını da yanlarına alarak, içeriğinden habersiz bir yolculuğa çıkarlar. Film boyunca iki kardeş ortaklaşa günlük bir miktar ve bir kamera ile çekim yapıyor. Bu yolculuk, babalarıyla tartıştıktan sonra babanın yüksek bir kuleden düşmesiyle trajik bir şekilde sona erer. Çocuklar, çocukluklarının bir anda terk edilmesinin şaşkınlığıyla evlerine dönerken, kadraja giren tüm gezi fotoğraflarını gerçeğe aykırı bir düzen içinde izliyoruz. Şair, “Yalgıç Talimleri” şiirinde, sevdiklerimizle kurulan ilk bağlar olan bu sinemanın adını ve ruhunu şiire dahil etmeyi ve sinemadaki fotoğraf kayıtlarıyla ibretlik bir düzene sokmayı tercih ettiğini şöyle anlatır:

“Kül dağılırsa başa saralım filmi / Yangından da önceye / İlk inanış, ilk tereddüt, ilk çelişki / Ve acının kırıldığı o ilk kareye”(5)

Kendinden Başka Herkes, Cihan Ülsen, Edebi Şeyler, 2019.

Acının insanın içine dağıldığı ilk kareden yola çıkan “Dönüş” şiiri, yaratılış hikâyesinde insanın düşüşünün dünyada devam ettiği şiire sımsıkı örülmüş bir hüzün ağı taşır. aynı metafizik kurallar. “Çocukluktan kalma” olarak adlandırılan bu ani yer değiştirme, yer değiştirirken zamanın erken ve geç sözcüklerini vurgulayarak insana kendini zamansız ve yersiz hissettiren kaderle olan sözleşmesini hatırlatır:

“Bütün sakarlıklara ad koyduk, bu son korkaklığımız/ Düşmek çocukluktan geliyor ne de olsa/ Rahmetli bir baba gibi özlemek/ Eski bir pencerede çok anne”.

Ve tabi bu irtifa kaybında “Düşünce, itiraf her boşluktan yararlanır.”

Aby Warburg, “Şairin ıstırap hazinesi insanlığın malı haline gelir” diyor. Şair, birikimiyle bu özelliği yaratırken, şiirin yüzyıllardır süregelen en karanlık üslubunu da teyit eder: “Yalnızca acıtmaya devam eden, bellekte kalır.” (6)

Kitabın ilk bölümünde; “Eşit Değiliz Sevgilim”, “En Güzel Haberimiz Sana”, “Kara Bir Öfke”, “Bir Kıyametin Anatomisi”, “İş Görüşmesi”, “Reel Politik”, “Roboski: Denemeler Şiir”, “Şiirlerle Kalıcı Ortaklık”, “Zahmetli Denklem”, şairin içinde yaşadığı zamanı ve toplumu şiire kaydettiği ve bunlardan geçen kişi olarak “ben”e yer verdiği bir panoramanın içine çekiliriz. kayıtlar.

Gogol’ün ‘Neva Bulvarı’nı okura canlı bir panorama sunmanın eleştiriyle bağını hatırlıyoruz. Bulvarın üzerinde resmedilen dünya metaforu, okuyucuya hem ihtişamıyla insanı büyüleyen ilk izlenimleri hem de bu heybetli manzaranın içinde kaldıkça ortaya çıkan sahteliği hissettirir. Fenerler dışında bulvardaki her şey aldatıcı bir şekilde nefes alıyor ve anlatıcı bunu fark ettiği andan itibaren bulvardan geçerken pardösü ile yüzünü sımsıkı kapatıyor. Kendisinden Başka Herkes’ kitabında, “Birinci Denklem” adlı ilk bölümde, hakikati önümüze açan bu iki yüzlü panorama, inanmanın ve aldatmanın ortasındaki karmaşanın ortasından şiire giren dikkat. ; Fark ederek, dile getirerek, direnerek ve telaffuzlarına sahip çıkarak nefes alır.

Yoksulluk, yoksunluk, ekolojik sorunlar, diyetler, alkollü içkiler, mide rahatsızlıkları, özel günlerin pazarlara getirdiği canlılık, kredi kartları, diplomalar, yapaylık, haber bültenleri, ekmek kargaşası, tiraj, istatistikler, sıkılı yumruklar, kamu malları, iflas denklem önermelerinin yüzü. Geriye şiiri ayakta tutan, zayıflayan matematik, zayıflayan gramer, yorgun sosyal mesajlar, bombalar, reklam şimşekleri ve ana damarlardan geçerken yüzünü sımsıkı saran “dayanıklılık” kalıyor.

Yalanın çeşitli yüzleriyle karşımıza çıkan bu panorama, şüphenin şüphesinin altını çizen münzevi bir bölüm hazırlıyor: İkinci Şüphe. Kitap, son satırında panoramanın insanoğlunun bir izdüşümü olarak sürdürdüğü yaşam durumuna, onu fark ederek bir çıkış kapısı gösteriyor:

“Herkes başkasının yalanıyla büyür”.

Şiirin imgesine karşılık gelen birkaç mısra ile “Birinci Denklem”den geçerken, “İkinci Kuşku” bölümünün ıssız sokaklarına gerçek yoldan sapabiliriz:

“Bu gündeme aldanırsak öleceğiz/ Ana haber bültenlerinde 25 karede bir ölüm/ Bilgi çağrısı ölmenin alternatif bir yoludur!/ Saf bir masaldan daha fazlası olduğu söylenen bir efsane sıklıkla okunur. çocuk yüreği/ Ama boşver ağzında kalan aromayı kırbaçlayan sözlerin/ Ellerde çakmak Haber olalım aşkımız manşetlere/ Ölürsek tirajımızdan bilsinler!”

“Dipnot: Merdivenler fakirler içindir”

“Ukde’de bu devirde miras kaldı/ Üstelik söylediğim şarkılar dengemi sağlamıyor”

“Mezar, korkunç yerçekimi: üçlü sıkıştırma”

“Korkma: Dünyayı ancak otuz yaşında tanıdım”

“Başlangıç, geç kaldık çünkü acele ettik”

“Çünkü törensiz bir cenaze alayı, sanayi devriminin en büyük armağanıdır”

“Hangi gramer adını değiştirmeye cüret ediyor/Hangi kare bu kadar dağınık/Kayıp bir kara ölüme bakıyor gözlerin/ İşte bir arpacık/ Unutma bunu”

“Yemin ederim menziline varmadan düşen porselen telaşına/ Ve telaştaki yavaşlığa”

“Uçurtma, üzüntülerinde boğulan, can kaybına neden olan çocukların gözleridir”.

Düşüncelerimiz üzerinde derinlemesine düşünebiliriz, şüphelerimizden şüphe edebiliriz. Bu şüphe, kitabın ilk bölümünde görülen ışığı ve karanlığı iletebilen porselen telaşını münzevi bir mekana çekiyor: Kitabın ikinci bölümüne adını veren “İkinci Şüphe”. “İkinci Kuşku” bölümü, gün batımı tasviriyle boşluğu selamlayarak açılıyor.

“Ağır yuvarlanıyor havada günbatımına atılan zar gibi/ Bir zerre kredi şüphe var/ Ne sönecek ne yanacak/ Ne desem darıldım şimdiyi/ Tamamladım dünyamı sessizliğin boşluğuna.”

Şair bu bölümde “İki Dar Bir Düz” şiirinde dediği gibi “tekrar” etmektedir. İlk bölümdeki gezici mercek, bu bölümdeki insanın kapalı ve açık gözlerinden bakışın gece ve gündüze dair bir efsanesini başlatır. “Greed Eyes” şiirindeki dizeler, ikinci bölümün kalan tüm şiirlerinin içinden akan bir nehir gibi dizelerin ortasında akmaya devam ediyor.

“İnsan kendini arındırırken gözleri fal taşı gibi açılır/ Bir kederin en beklenmedik anlarına hep tanık olmuşumdur.”

“Yaşlandım bir ağaçta/Sonra bir fısıltı ile boşaldı yeryüzü/Sinir uçlarına yerleştirdiği esnemelerden koca bir ömür yontarken/ İnsan neredeyse kendi içinde boğuluyor.”

“Ölülerin evini saran günlük koşuşturmacaya veriyorum bütün anlattıklarımı / İç dekorasyonla ilgilenmek gibiydi / Herkesin bildiği yaygın bir söz bu / Konuştukça eksik kalan doymak bilmez bir öğüt / Affet / A insan en çok kendine akarken yalnızdır.”

“Kaldığı Yerden”, “Yeter Dünya”, “Kurgu İlmihali”, “Duvarda Ne Çok Arabesk Şarkı Asılı”, “Balkondan Sarkan Masumiyet”, “İki Dar Daire”, “Ciwayaz” devam filmleri. Beni Bir Şefkatin Kollarına Bırakın” “Dilbilgisi Çalışmaları”, “Suyun Öteki Yüzü”, “Göğüs Boşluğu” ve “Kendisinden Başka Herkes” şiirleri, insanın “bilim”in ortasında duran kurallar içinde dolaşmasını anlatır. Kurmaca bir ilmihal olan şiirin sayfalarında ” ve “durum”:

“Ses çıkarmadan da rahatsız olabiliriz”

“Sisli bir bahçede akıcı kurgular: Ey muhakeme! / Gönül hizasına getiren yağmurlar meteorolojik bir kırılmadır.”

“Terk edilmiş rüyalar biraz yetim tekerlemeler gibidir”

“Kurgu ilmihallerinden türetilen yeni bir terim”

“Kelimelerin ardında naftalin kokusu var, sanki kırkına girmeye hazırmış gibi.”

“Şüphenin ritminden kaçan ve göğüs kafesinden geçen ima”

“Mahfuz Kanunu’ndan bahsettiğimizde hep başkasının kederi olur”

“Ayakkabıların elekten geçtiği bir anda yolu kestiğini kim fark etti”

“Kapına ünlemler asarız: Allah’ım ne çok kötü kulların var / Affettikleri için bizim kalplerimiz çizgiye çekilmiş.”

“Ey şimdi bu şiirdeki ölen adam/ Burada dağınık olan sadece senin yüzün değil”

“Kendi kendime çabalıyorum: İnsaf, öz-şefkat/ Kendimiz için kendimizden çalmaya ne zaman başladık Muzaffer?”

“—Otuz yaşındayım, süt dişlerim var, kendisi hariç herkes—“

“Bir serçenin göğüs boşluğuna emanet ettiğim dünya / Ah dedemin yüreğinden uzak şimdi”

“Köprüde topallayan iki özne/ Dilde ısrar, dilden sedef, dildeki pislik”

“Devrim yapalım demiyorum ama / Halkların kardeşliğine çivi olmak güzel”

“Bir sözdizimi hatasından muzdarip dünya”

“Bu garip söylem/ Sinemadan çıkarken geriye kalan tek mahrumiyet”

“Söz kapansın/ Sussun perde çekilsin/ Herkes kendinden geçmiş/ Herkes başkasının yalanında büyüyor”

Sinemadan çıktığımızda jenerikler ekranda akmaya başlar ve jeneriklerle eş zamanlı olarak zihnimizde bir izlenim akışı başlar. Mesela “Dönüş” şiiriyle başlayıp “Kendisinden Başka Herkes” şiiriyle biten bu kurstan sonra “yek katre-i hünest, hüzünlü hezaran tasa” (İnsan bir damla kan ve bin damladır) sözünden sonra. endişeler)” (7), İncil’den alıntılanmıştır. Akla bir soru geliyor:

“Anlamadığın bir şeye nasıl sabredebilirsin?” (8)

Şair, “Hafıza Kadar Kalabalık” adlı şiirinde bu soruya kendisi cevap verir:

“Bir mutasavvıf göğsümü açar ve bir cümlede iki ırmağı birbirine bağlar.
Anlamasalar da sabır diyorum kıyıda beklemeye”(9)

Dipnotlar:

1. Hans Blumenberg, Crossing the River of Anxiety, s: 173, Metis Yayınları, Şubat 2014
2. Birgül Sevinçli, Cihan Ülsen ile Söyleşi: “Şiir Hem Çividir, Hem Yaraya Merhem”, https://arsizsanat.com/siir-hem-tirnaktir-yaraya-hem-merhem/
3. Birgül Sevinçli, Cihan Ülsen ile Söyleşi: “Şiir Hem Çividir, Hem Yaraya Merhem”, https://arsizsanat.com/siir-hem-tirnaktir-yaraya-hem-merhem/
4. Uwe Fleckner, Mnemosyne’nin Hazine Sandıkları, s: 196, Ocak 2017
5. Yokuş Yol’a Kültür ve Edebiyat Niyet Dergisi, s: 12, Ekim 2020
6. Uwe Fleckner, Mnemosyne’nin Hazine Sandıkları, s: 158, Ocak 2017
7. Fars edebiyatının en büyük şairlerinden biri olan Sadi Shirazi’nin “İnsan nedir?” soruya cevap
8. Kur’an-ı Kerim, Kehf Dönemi: 68. Ayet
9. Artifact Box Magazine, s:43, Nisan-Mayıs 2021

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu